• KÖŞE YAZILARI

  • TARİH

  • ÇEVRE

  • MİZAH

  • SİNEMA

  • MÜZİK

  • EDEBİYAT

Seçim Barajı: Türkiye'de Rejimin Ortadoğulu Karakteri

12 Eylül askeri cuntası anayasasının yerini alacak yeni anayasanın sivil niteliği, böyle bir anayasanın oluşturulması sürecinin ne kadar demokratik olduğuna bağlı olacaktır. Bu konuda iktidarın önünde duran en önemli sorun, 12 Eylül’ün ürünü olan yüzde 10 gibi aşırı yüksek bir baraj sistemidir.
Askeri yönetimin antidemokratik seçim sistemi ile oluşturulmaya devam edilen bir meclisin yapacağı anayasanın sivilliği tartışma götürür.

Hiçbir demokratik Avrupa ülkesinde Türkiye’deki kadar yüksek bir seçim barajı bulunmamaktadır. Lichtenstein’ı saymazsak Almanya ve Polonya, Avrupa’daki en yüksek seçim barajlarına sahip ülkelerdendir, ama onlarda bile bu sadece yüzde beş ile sınırlı olup, etnik azınlıkların adaylarının herhangi bir baraja tabi tutulmaması gibi belli esnekliklere olanak verilmektedir. İsveç’te partilerin meclise temsilci gönderebilmeleri için ulusal düzeyde yüzde 4 barajını aşmaları gerekir, ama eğer yerel düzeyde bir parti oyların yüzde 12’sini almışsa bu baraj ona uygulanmaz. Norveç’te de durum aşağı yukarı aynıdır. Portekiz, Finlandiya ve Hollanda’da ise herhangi bir barajın olmadığı, orantılı temsil ilkesine dayalı seçim sistemleri bulunmaktadır.

İstikrar iddiası
Her ne kadar seçim barajlarının daha istikrarlı-yönetilebilir demokrasiler yaratmak için gerekli olduğu iddia edilse de bunun altında yatan asıl neden, toplumdaki bazı siyasal hareketleri marjinalleştirmektir. Türkiye’deki yüzde 10 barajı da askeri darbeyle ezilen sosyalist solun siyasal olarak bir daha güçlenme şansını yakalamaması amacıyla konmuştur. Bu daha sonra Kürt ulusal hareketinin bir parti olarak seçimlere katılıp Meclis’e girmesi yönünde de bir engel oluşturmuştur.
Seçim barajları halkın oylarının önemli bir kısmının boşa gitmesine neden olmaktadır. Örneğin, sadece yüzde 3 barajının bulunduğu Ukrayna’da bile Mart 2006 seçimlerinde, seçmenlerin oyunun yüzde 22’sinin hiçbir etkisi olmamıştır. Türkiye’de ise var olan yüzde 10 barajı ile bu, 2002’deki seçimlerde yüzde 46.33’e çıkmıştır. Aynı seçimlerde AKP oyların sadece 34.2’sini almasına rağmen Meclis’teki sandalyelerin yüzde 66.9’unu elde edebilmiştir.

Böyle adaletsiz bir seçim sistemiyle oluşturulacak bir meclisin yapacağı yeni anayasanın demokratikliği daha baştan tartışma konusu olacaktır. Bu eksikliğin yeni anayasa yapılırken çeşitli sivil toplum kuruluşlarının görüşünün alınmasıyla giderilmesi mümkün değildir. Danışma esasına dayalı yönetimler daha çok mutlak monarşinin olduğu sistemlerde bir anlam ifade edebilirler; temsili demokrasilerde esas, bir toplumdaki çeşitli grupların karar süreçlerini güçleri oranında etkileyebilmeleridir. Bu da ancak adil bir temsiliyet sistemiyle mümkün olabilir. Yapılacak yeni anayasanın meşruiyeti için bu temel koşul olduğu için, önümüzdeki seçimlerde yüzde 10 barajının kaldırılması bir aciliyet halini almıştır. Zira bu seçimlerden sonra oluşacak meclis yeni bir anayasa yapacaksa herhangi bir meclis olmayacaktır, kurucu bir meclis olacaktır.

Olabilecek bir boykotun etkileri
Bu konuda gerekli yasal düzenlemeler yapılmadan seçimlere gidildiğinde yüzde 10 barajının mağduru olan siyasal gruplar seçimleri boykot ederlerse oluşturulacak meclisin yeni bir anayasa yapma meşruiyeti daha da tartışmalı hale gelecektir. Aynı şekilde yeni hükümetin meclisteki çoğunluğunun demokratikliği de şüpheli olacaktır. Bu, özellikle uzun bir süredir iktidarda kalmaktan dolayı yıpramış bir partinin istikrarı sağlamakta zorlanmasına neden olabilir.

Meclis veya başkanlık seçimlerinin muhalif partilerce boykot edilmesi veya belirli değişiklikler yapılmadığı takdirde boykot edileceğinin duyurulması hiç rastlanmayan bir durum değildir. Boykotu bir siyasal mücadele aracı olarak özellikle Hindistan’ın kontrolündeki Keşmir bölgesindeki Müslümanlar, Kosova’daki Sırplar ve Sudan’ın güneyindeki Hıristiyanları temsil eden partiler etkili bir şekilde kullanmışlardır. Buradaki boykot eylemleri daha çok söz konusu etnik toplulukların kolektif iradelerini göstermek için yapılmıştır. Bunun yanı sıra ifade ve örgütlenme özgürlüğüne getirilen kısıtlamalar, özellikle muhalefete yönelik antidemokratik baskılar ve seçim sistemlerindeki adaletsizlikler gibi nedenlerle de seçimlerin muhalif partilerce boykot edildiği veya boykot edileceğinin duyurulduğu görülmektedir.

Örneğin, Tayland’da 2006 genel seçimlerine büyük muhalefet partileri tarafından etkili bir şekilde muhalefet edilmesi, Başbakan Thaksin’in istifasına ve anayasa mahkemesi tarafından da seçimlerin demokratik olmadığı gerekçesiyle iptaline neden olmuştur. Ayrıca İran’da 2005 seçimleri öncesinde reformcuların, kendi adaylarının oy pusulalarından çıkarılmaları üzerine seçimleri boykot edeceklerini açıklamaları etkili olmuş ve birçok önemli reformcu adayın seçimlere katılmasına izin verilmesini sağlamıştır. Biraz daha geriye gidecek olursak, Peru’da 2000 yılındaki başkanlık seçimlerinin ilk turunda seçimlerde yolsuzluk yapıldığı iddiasıyla muhalefetin lideri Toledo ikinci tur seçimleri boykot ettiğinde uluslararası örgütlerin de seçimleri tanımadığını ve Başkan Fujimori’nin 6 ay sonra istifa etmek zorunda kaldığını görürüz.

Ortadoğu’dan gelen rüzgâr
Bu arada Ortadoğu’daki halk ayaklanmalarıyla sarsılan rejimlerdeki seçim sistemlerinde de, bazılarında Türkiye’deki kadar olmasa bile, aşırı yüksek seçim barajlarının olduğunu hatırlatmakta fayda var. Örneğin, bu baraj Cezayir’de yüzde 7 iken, Mısır ve Filistin’de yüzde 8’e çıkmaktadır. Tunus’ta ise rejim devrilmeden önceki seçim sisteminde ağırlıklı olarak uygulanan parti blok oy yöntemiyle seçim barajı fiili olarak neredeyse yüzde 30’lara kadar çıkarılmıştı.

Ortadoğu’da parlamentoların olduğu ülkelerde fiili veya yasal olarak yaygın bir şekilde uygulanan bu yüksek seçim sistemi, muhalefetin seçim yoluyla siyasete katılımını imkânsız hale getirmiş ve nihayetinde iktidarların sokakta değişmeye başlamasına neden olmuştur. Elbette ki Türkiye’deki siyasal katılım imkânları bu sistemlerde olduğu kadar dar değildir. Ancak ifade özgürlüğü önündeki fiili kısıtlamalar, mevcut Siyasal Partiler Yasası ve seçim barajı, Türkiye’de katılımcı demokrasi önünde en büyük engeller olarak durmakta ve Türkiye’nin Ortadoğu’daki demokratikleşme eğilimlerine örnek oluşturma iddiasını zayıflatmaktadır. Dolayısıyla, bu değiştirilmediği sürece Türkiye’nin Ortadoğu’ya örnek olması değil, ama Ortadoğu’nun Türkiye’ye örnek olma olasılığı da her zaman duracaktır.

Etiketler: , , , , ,

0 yorumlar

Cevap Yaz