Biutiful Dünya
|
|
0 yorumlar
Alejandro Gonzalez Inarritu son filmi Biutiful’da da, diğer filmlerinde olduğu gibi, yine hayatın rahatsız edici gerçeklerini seyircinin gözüne fazlasıyla sokuyor. İnsanı rahatsız eden bu ‘aşırı gerçeklik’ hiç de ‘gerçek-aşırı’ olmayan bir tabloyu izleyiciye sunuyor. Yaşadığımız dünyadaki açlık, sefalet, toplumdan dışlanmış ötekilerin trajik yaşamları ve paramparça olmuş hayatlar. Hepsi kurgusal ve şiirsel bir gerçeklik ile bizlere sunuluyor.
Inarritu, kamerasıyla Barselona’nın ara sokaklarına, yani şehrin saklı hayatlarına şöyle bir göz atarken, bize de yaşamdan yüz kırk sekiz dakikalık damıtılmış bir gerçekliği veriyor. İçinde bulunduğumuz koşulların muhakemesini ise bizlere bırakıyor.
Dünya Güzel, Ama…
Uxbal (Xavier Bardem), iyi bir baba, sabırlı bir adam, ölümcül hastalığın eşiğinde hayatına ve dünyaya ağıt yakan çaresiz bir insan. Tek derdi, bedeni tümden bir yok oluşa sürüklenirken iki çocuğunun varoluşu için bir şeyler yapabilmek.
Uxbal, gözyaşlarını penisinden boşaltan, terini duvardaki rutubetlere sürten yarımcan bir adam. Kendisi gibi yarımcan adamlarla hayat mücadelesi veren Uxbal, Çinli işçiler ve Afrikalı satıcılar ile illegal işler yapmaktadır. Saat ve çanta gibi malzemelerin üretiminde tampon görevi gören Uxbal, emanet bir yaşam sürmektedir.
Bu hasta adam hızla ölüme sürüklenirken, tutarsız ve akli melekelerini yitirmiş karısı Morambra ise dünyada çocuklarını emanet edeceği son kişidir. Bu durum ise onun varoluş ve yok oluşunun yegâne sorunsalıdır.
Barselona’nın o bilindik ‘turistik’ havasının dışındaki zorlu ve rahatsız edici yaşam koşullarını fazlasıyla gösterir Inarritu. Bu bize İstanbul’u anımsatır; İstiklal’in şatafatlı mağazalarını turlayan alışveriş fetişleri ile Tarlabaşı’nın yoksul çocukları gelir aklımıza. Tıpkı, Paris’te, Londra’da ya da New York’ta olduğu gibi; durum metropollerde hep aynı değil midir? Barselona bunun temsilidir sadece.
Karaya Vuran Hayatlar
Açlık, sefalet, yoksulluk, eşitsizlik; seks işçileri, madde bağımlıları, eşcinseller, göçmenler, mülteciler; çarpık ilişkiler, babasız çocuklar, parçalanmış aileler; karaya vuran balinalar gibi kumsala ölü bedenleri serilmiş Çinli mülteciler…
Nasıl ki Uxbal’ın hastalığı tüm bedenini istila etmiş ve sarmalamışsa, dünyaya da bu tedavisi olmayan hastalık gibi bir virüs yayılmıştır.
Nasıl ki Uxbal’ın tek tek tüm uzuvlarına zerk etmişse bu virüs, kötülük ve sefalet de önce dünyanın tüm şehirlerine sonra da ülkelerine zerk etmiştir.
Dünya ‘kanser’ olmuştur, tıpkı Uxbal gibi ya da Uxbal kanser olmuştur, tıpkı Dünya gibi.
Uxbal gökyüzüne bakar, gökyüzü mavidir ve kuşlar uçuyordur; ama ayağını bastığı her yer kapkaranlıktır ve insanlar ‘hiç’ uğruna ölüp gitmektedir. İşte bu hayattır; kuşlara imrenmeyi gerektiren, rezil bir hayat.
Senaryoda da İnarritu İmzası
İnarritu filmin yönetmenliğinin yanı sıra senaryosuna da imzasını atmış. Yönetmenin Armando Bo ile birlikte senaryosunu yazdığı Biutiful’u onun açısından önemli kılan etken ise daha önce Ameros Peros(Paramparça Aşklar Köpekler), 21 Grams ve Babel filmlerinde birlikte çalıştığı ve etkisinde de kaldığı Guillarmo Arrioga ile bu filmde yollarını ayırmasıdır. Bu bağlamda, Arriagosuz çekilen Biutiful, Inarritu’nun sinematografisi için ayrı bir öneme sahiptir.
Film, sinema tekniği, dili, konusu ve kurgusuyla izlenmeye değer.
Bekir AVCI
Etiketler: Alejandro Gonzalez Inarritu , Sanat , Sinema , Xavier Bardem
0 yorumlar