• KÖŞE YAZILARI

  • TARİH

  • ÇEVRE

  • MİZAH

  • SİNEMA

  • MÜZİK

  • EDEBİYAT

Hrant Dink Yazıları 3 (Tililili)

Göçün geç soruları
Gel çocuğum bir test sorusuyla başlayalım "göç dersimize" "Kalktı göç eyledi Avşar İlleri Ağır ağır giden eller bizimdir..." Yukarıdaki mısralar yer ve zaman açısından aşağıdakilerden hangisine aittir.

a) Bilinmeyen bir ülkede bilinmeyen bir zamana
b) Bilinen bir ülkede belli bir zamana
c) Hiçbir yerde hiçbir zamana
d) Çok bildik bir üikede tüm zamanlara

"d" demiyim değil mi hocam..!
"Çakarım çocuğum".

Hocam Allahını seversen bana böyle garip garip test sorulan yerine adam gibi sorular sor..?
"Ararat" sana ne anımsatıyor çocuğum"?
"Ararat Ağrı Dağı'nın tarihi adıdır. Tufandan kaçan Nuh'un gemisinin konduğu zirve olarak bilinir. Hâlâ oralarda aranır gemi. Oysa "Ararat" hurdası henüz oturdu karaya İtalya açıklarında. Nasıl anlattım ama hocam.
"Çuvâlladın çocuğum

"Kuşların göçü ile insanların "göçü arasında nasıl bir ilişki var çocuğum"?"
"Biri uçar, biri kaçar hocam. Uçan her seferinde geri döner, kaçanıysa tut ki yakalayasın. Kuşun uçuşu özgürlüğündendir, kaçanın tutsaklığından. Cevaplarım nasıl ama hocam...?
"Uçtun çocuğum".

"Yapma be hocam peki ben nasıl geçicem bu dersten"?
"İşte sana iki ev ödevi. Ararat gemisinden indirilen göçmenler, öyle çoluk çocuk, neyin zafer işaretini yapıyorlardı biiiir.. Tarihte uygarlığın, kültürün ve bereketin ' merkezi sayılan Dicle - Fırat arası nasıl oldu da böyle insanlara dar oldu ikiiii. Son olarak da bir "bakalorya" sorusu yavrum sana.
Bundan 30 yıl önce "istanbul'a Boğaz köprüsü yapalım" diyenler ile "hayır önce Doğu'da Zap Suyu'na köprü yapalım" diyenler arasında kim haklıydı"?
"Bak çocuğum... aklını başına al, elini vicdanına koy ve ona göre cevapla, yoksa sittin sene işte böyle sınıfta çakarsın ... Benden söylemesi".
Agos Gazetesi, 9 Ocak 1998


Seslendiren: Lale Mansur


Mahallenin delisi

Bugün de öyle midir bilemiyorum ama, bir zamanlar Anadolu dendi mi, mahallesi delisiz bir yöre düşünülmezdi. Anadolu kültüründe her kasabanın, her köyün, neredeyse her mahallenin muhakkak bir delisi vardı. Tıpkı bizim Malatya'nın "Deli Gaffar"ı gibi. Eski tren yolu çevresine yayılmış, Çavuşoğlu ile Salköprü mahallelerinin ortak delisiydi o... Esnafın eğlencesi... Kadınların zararsız belalısı... Çocuklara gelince, şöyle söyleyeyim... iyinin dostu, kötünün de canavarıydı Gaffar... Taşlayanı taşlar, oynaşanla akranlaşırdı.

Bugün orta ve eski kuşak Malatyalılara, "Nasıl bilirdiniz Gaffar'ı" diye sorduğunuzda, eminim hepsi de, aynı sevecen hasretle anımsar onu. En başta da Gaffar'ın o "herbirşeyi ortada" halini tabi. "Esnafın eğlencesiydi" demiştim ya, boşa etmedim o lafı. Bakın o zamanın çarşı esnafı, sanki marifetmiş gibi, nasıl ballandıra ballandıra anlatır Gaffar'ı. "Garibanı alır önce bir güzel giydirirdik. Giyinince kendine süzüle süzüle bir bakardı ki, deme gitsin. Boşuna giydirmezdik ama... Asıl derdimiz ona giysilerini yırttırmaktı. "Ulan Gaffar o geydiğin ölü malı" dememizle başlardı üstünü başını yırtmaya... Ortada anadan doğma kalırdı öyle... Biz giydirir salardık komşuya, onlar yırttırırdı, komşu giydirir salardı üstümüze, biz yırttırırdık. Böyle, eğleşirdik işte. Ama Deli Gaffar bu... Laf anlar mı, adı üstünde... Deli işte... Çırılçıplak kaldı mı, kalmazdı öyle yerinde... Bu kez gider mahallede kıza, kadına gözükürdü. Kadınlar da taşlar, kovalarlardı, "de kına* denksiz" diye.

"Şimdi bu Deli Gaffar hikâyesi de nereden çıktı"? diye soracaksınız. AGOS iki yaşını tamamladı ya, ne bileyim Deli Gaffar'ı anımsadım işte. Kimilerine göre AGOS da bu cemaatin delisi değil mi yani? Doğrusu biz de zaten "Mahallenin delisi" sıfatını gönülden kabullenmişiz. Bunun gereklerini de elimizden geldiğince yerine getirmeye çalışıyoruz, iki yıl boyunca "akıllı deli"yi oynamaya çalışmadık mı? İyi kötü birşeyler başarmadık mı?

Biliyorum şimdi yine soracaksınız, "Peki ama Deli Gaffar'ın üstünü başını yırtıp delirmesiyle AGOS'un bağlantısı ne"? diye. AGOS, "hareketsiz bir cemaatin hareketli gazetesi olma" çabasını ne kadar başarabiliyor? Doğrusu biz kendi adımıza memnunuz. Ancak, bizzat bizi bu günlere getiren cemaatin kendisi, hareketsiz ve bir ölçüde de ölü ise, çeşitli konulardaki sorgulamalarımızı, "Aman ha, karıştırmayın, elleşmeyin"! diye geçiştiriyorsa, kendi üzerindeki ölü giysisini bize de giydirmeye yelteniyorsa, Gaffarlaşmazsınız da ne yaparsınız?

Bizler cemaat sistemimizi, eğitim yaşantısından, kurumlarımızın diğer tüm alanlarının mekanik ve dinamik yapılarına kadar, sorgulamaya ve düzeltilmesi için katkıda bulunmaya çalıştıkça, önümüze çekilen seti, bize sunulan ölü elbisesi olarak nitelendiriyoruz. Kimse giydirmeye teşebbüs etmesin...Yırtar parçalarız...Masum çıplaklığımızı da sonuna kadar koruruz.

AGOS'u bugünlere getiren, bizi baştan aşağı yaratan cemaatin, bu vurdumduymazlığı karşısında, çıldırmamak mümkün değil. Deliliğe ama akıllı deliliğe razıyız ve bunu da seve seve yapıyoruz zaten. Yeter ki bizi Gaffarlaştırmasınlar.

(*) Ermenice "Defol git denksiz" manasında
Agos Gazetesi, 27 Mart 1998


Seslendiren: Okan Bayülgen


Neler yapamadık

Geçen yıl Kanal 7'de katıldığım canlı bir televizyon programında, yönetenlerden biri, "Türkiye Ermenileri olarak Cumhuriyet'e katkılarınız nelerdir?" türünden bir soru sormuş, adamcağız istemeden can damarıma basmıştı. Sonradan banttan izlediğimde gördüm ki açmışım ağzımı yummuşum gözümü... "Neyimiz kalmış ki ne verebilecektik?" şeklinde özetlenebilecek, uzunca bir cevap vermişim. Aynı şeyi başka panellerde de başka ortamlarda da hep tekrarlarım. Bunları söylerken de "Eğer şu Ermeni halkının başına gelen belalar gelmeseydi, kim bilir biz bu ülkeye daha ne gibi zenginlikler katabilirdik, değil mi?" der noktalarım... Bunu derim çünkü yürekten inanırım... Ve artık bırakırım ki karşımdaki düşünsün "Sahi ya biz neler kaybettik?" diye.

Düşünün bir kez... Eğer kırılmasaydı belimiz... Yok olmasaydı kökümüz... Yaşayabilseydik şu ülkede adam gibi kardeşçesine... Çoğalabilseydik tüm güzelliğimizle... O atalarımız ki bu topraklara çok şeyler katmışlar, kim bilir biz daha neler katardık? Yalan mı?

Cumhuriyet'in 75. yılı kutlamaları çerçevesinde gazetedeki arkadaşlarla toplanıp, "Gelin birkaç hafta biz de kutlamalara katılalım ve ne değerler vermişiz, en azından bunların bir belgeselini okurlara sunalım" dediğimde, doğrusu pek elle tutulur bir şeyler çıkaracağımızı ben de tahmin etmiyordum. Ancak hep birlikte oturup da hiç yapılmamış bir çalışmayı yapmaya başladığımızda gördüm ki, birazcık kendi halkıma şu söylediğim söylemle haksızlık ediyorum. Bu kadar az nüfus kalmamıza rağmen ortaya çıkan sonuç yine de az şey değil. Sizler de okudukça göreceksiniz ki, çapımıza oranla hiç de küçümsenecek bir sonuç değil.

Cumhuriyet'in 75. yılını kutlarken bir kez daha aynı düşüncelere kapılmamak ve üzülmemek elde değil.

Ama yine de her şeyin kaybedildiği, son trenin kaçtığı düşüncesinde olanlardan değiliz. Türkiye kendi demokrasi mücadelesini vermeye devam ediyor. Bu demokrasi mücadelesinde bizlere de büyük pay düşüyor. Türk demokrasisi ivme kat ettikçe, bizim da aynı oranda bu ülkeye katkılarımızın artması sürecek ve artacaktır.

Yapabildiklerimizin yeterliliğiyle avunmak yerine, yapamadıklarımıza hayıflanmak da yapabileceklerimizin bir başlangıç noktası sayılmalı. Bu nedenle "Biz şunları yaptık"ın yanında, yapamadıklarımız üzerinde düşünmek de, demokrasi mücadelesine sunabileceğimiz önemli katkının başlangıcı olarak kabul edilmeli.

Gün, "Neler yapabildik"i sergilemenin yanı sıra, "Neler yapamadık"ı da sorgulamanın günüdür, Cumhuriyet'in 75. yılını biraz da bu bilinçle kutlamalıyız.
Agos Gazetesi, 23 Kasım 1998


Seslendiren: Nur Sürer


Bu köşedeki adam

Bu köşedeki adam 5 Nisan 1996'da bu köşedeki logosundan "Birdirbir" diyerek başladı yazmaya. İkinci yıl "İkidiriki" deyip, üçüncü yılını da "Üçdürüç" ile tamamladı sonunda. Sırada "Dörtte dört" demek vardı lakin "Allahın hakkı üçdür" deyip bu diziyi bu noktada kesti işte. Niye kesti? Anlatayım.

Başlangıçta AGOS'a 3 ay, olmadı 6 ay, daha sonra bir yıl gibi ömür biçenler herhalde hayal kırıklığına uğramışlardır. Bu köşedeki adam hiç unutmuyor, hakkında olumsuz yazı yazdığı kişinin telefonda kendisine: "Ben sizin altı ay sonra boyunuzun ölçüsünü görürüm, kapatıldığınızda kaçacak delik arayacaksınız" dediği günü. Umursamadı bu gevezeleri. Doğru bildiği yolda gitti. O gün bugündür gazetenin yayın hayatını da kazasız belasız sürdürdü. Son olarak da bildiğiniz gibi AGOS DGM'de yargılandı ve beraat etti. Bu köşedeki adam der ki "DGM beraati AGOS'un rüştünü ispat ettiği, diğer bir ifadeyle de iradesinin test edildiği en ciddi deneyimi oldu."

Bu köşedeki adam aslında bir yazar değil. Hele hele gazetecilikle üç yıl öncesine kadar uzaktan yakından bir ilgisi olmamıştır. Çok okumayı sevmekten başkaca bir iddiası yoktur. Dilbilgisi kurallarının ihlali, bozuk cümleler, en fazla tashih hataları hep onun yazısında olur. Genellikle konuştuğu gibi yazar, edebiyatçı yanı güçlü değildir. Ne yazarlığın tekniğini bilir, ne de bu mesleğin okulunu okumuştur. Kaptığı köşeye dikkat etmek bile bu konudaki iddiasızlığının bir ölçüsüdür; "Devam sayfasının köşe yazanı". Devam sayfası dediğiniz ana sayfalardan artakalmış fazla yazıların sıkıştırıldığı sayfa değil midir? Her hafta yaptığı şey, sayfa sekreterinin yazı fazlalarını ve ilanları sayfaya yerleştirdikten sonra kendisine bıraktığı boş alanı kadar bir şeyler karalayarak doldurmaktan ibarettir. Sayfa sekreteri "İşte bu kadar yazacaksın" der, o da o hafta o kadarcık yarenleşir okurlarıyla. Yer kalmadığında yazı yazmadığı çok olmuştur.

Bu köşedeki adamın hali böyleyken logosunda kâh "Birdirbir" oynaması, kafasına esince de logosuna "Şapparig" oturtması normal karşılanmalıdır. Hani bir laf var ya "Delidir ne yapsa yeridir" diye ... E vallahi o laf bu köşedeki adam için edilmiştir. Oysa yazarlık ciddi iştir. Önce oturaklı bir köşe adı gerektirir. Şimdi de tutmuş "Şapparig" diye anlamı belirsiz bir kelime türetmiş, getirip hinine oturtmuştur. Ama ne yapsın ki bu garip lafı bu garip kul kendi üretmemiştir. Ümit Kıvanç denen usta yakıştırmıştır. Onun da kabulüdür. "Şapparig" ne midir? Bu köşedeki adamı yakından tanıyanlar bilir. Pervasızın tekidir. İnsanlarla ilişkisinde ölçüsüzdür. Sevdi mi kötü sever, sövdü mü kötü söver.

Özellikle "Can" bildiği dostlarıyla karşılaşmasın, "Canı karpuz çekmiş Diyarbakırlı" gibi onlara sarılıp "Şapur şupur" öpmesi pervasızlığının çok önemli bir işaretidir. Orada birileri varmış, orası ciddi bir yermiş, ırgalamaz. Tüm köylülüğü ve "Celloluğu"yla "Hemcins- karşı-cins" demez şapur şupur öper. Bastırır göğsüne canlarını doyasıya... Hesapsızca.

Yaşça küçükleri ona "Ahparig" (Ağabey) diye hitap ederken, Ümit Kıvanç bu pervasızlığından ötürü "Şapparig" der kendisine. İşte bu adam bundan böyle yine bildiğince, yine hesapsızca, sevdiklerini şap şap öpecek, dövüşeceklerine de şap şap sövecektir köşesinde...

Şapparigce...
Agos Gazetesi, 2 Nisan 1999


Seslendiren: Nejat İşler


Kilitli vicdanlara

Hani derler ya "Bir kitap okudum hayatım değişti" diye...

Benim de "Bir konuşma yaptım hayatım değişti" diyesim geliyor işte...

Geçen hafta katıldığım "Siyaset Meydanı"nın ardından yaşadığım tebriklerle, teşekkürlerle dolu şu son birkaç günde, 10 Ocak '97'de o zamanlar adı "Birdirbir" olan bu köşede "İlahlara illallah" başlığıyla yazdığım bir yazımı anımsadım. Açtım okudum tekrar... Bir bölümünü tam da böylesi günlerde hep birlikte paylaşmakta yarar var.

"Doğu toplumlarını, batıdan ayıran önemli bir özellik de "kahraman" ve "ilah" yaratmasındaki farklılıkta aranmalı. Bizim önemli özelliğimiz kolay yüceltip, bir o kadar rahat alçaltabilmemiz ilahlarımızı.... İşte doğu toplumlarının tipik karakteristiği? Suni olarak yaratılan kahramanlar ve her an bir kahramana muhtaç bırakılmış toplumsallaşamamış bir kalabalık... Körün olmadığı yerde, şaşı Abdurrahman Çelebi olur çoğu kez bizde. Bir vuruşta bin sinek öldüren Kaç Nazar tevatürleri yaratırız sürekli. Ve işi gücü bırakır, kurtarıcılar bekleriz asırlar boyunca hep?.. Kurtarıcılar beklemeyin, kendi kendinizin ilahı olun...."

Efendim, hepiniz sağolun. Sayısız telefon ve faks mesajlarıyla, gazeteye bizzat gelerek, çiçek göndererek o geceki konuşmam nedeniyle hislerine tercüman olduğumu belirten cemaat üyelerine -bilemiyorum bu işlerin tevazulu şekli nasıl olur ama- en içten teşekkürlerimi sunuyorum.

Yeni bir şey değildi aslında söylediklerim. Bu köşede defalarca dile getirdiğim konulardı. Tek değişiklik bu kez seslendiğim kesim salt cemaatle sınırlı değildi ve yaptığım konuşma içinde yaşadığımız büyük toplumun tüm kesimlerineydi. O kesimlerden gelecek tepkiler ayrı bir önem taşıyordu. Ne mutlu bize ki o kesimlerden gelen tepkiler de hayli olumluydu. Adnan Genç adlı bir kardeşimizin ifadesiyle "Kilitli vicdanları" yoklamıştık o gece

Şair dostumuz Sezai Sarıoğlu'nun programı izlerken anında karaladığı ve bana ulaştırdığı uzun destanın bir bölümünü sizlerle paylaşarak bitirmek istiyorum izninizle.

bir filmi seyrederken çok başımıza / "beş dakika ara"da ben, / gözyaşlarını zor durumda bırakarak / alıntıların hatırına / gazoz ısmarlıyorum / masal ısmarlıyorum senin / ismini bilmediğim çocuklarına / Tuz(la) gözlerinden öpüyorum her ikisini / masal gözlerinden öpüyorum.

biz aynı mahallenin çocukları / cankardeş, düşkardeş? / harflerinden öpüyorum seni.. / sen benim / "çoğalmamın başlangıcısın olsa olsa".

ey orman Ahalisi, Nazım'ca / ey aşık ahalisi / Ferman'ın bahçesine ağaç dikermiyiz? / Hani o gün, / ferman derman olanda.
Agos Gazetesi, 10 Aralık 1999


Seslendiren: Meral Okay

Etiketler: , ,

0 yorumlar

Cevap Yaz